8 Kasım 2014 Cumartesi

Atatürk'üm (10 Kasım için bir ödev)




Atatürk bizi kurtaran, bizim özgür olmamızı sağlayan kişidir. O olmasaydı biz bir köle, hizmetçi ya da zindanda çürüyen birisi olurduk. O olmasaydı Türkiye paylaşılacaktı. İyi ki Atatürk vardı ki bizi kutardı. Artık hep kalbimizde yaşayacaksın  Atatürk'üm. 1881 - 1938




2 Kasım 2014 Pazar

İki Sene Okul Tatili Kitap Özeti (Jules Verne)



Hikaye, denizde, adada, mağarada ve gemide geçiyor.

Hikayenin kahramanları :


  • Gordon,
  • Doniphan,
  • Wilcox,
  • Cross,
  • Briand,
  • Miço Moko,
  • Jacques, (Briand'ın kardeşi)
  • Webb


Günlerden bir gün Sloughi gemisine gezmek için aynı okulda okuyan sayıları 15'ten fazla olan öğrenciler binmiş. Geminin sahibi ve geminin hizmetçileri dışarı çıkmış. İçeride sadece Miço Moko kalmış. Ama bir anda gemi denizlere açılıvermiş. Bunu kimse fark etmemiş. Yaklaşık yarım saat sonra Briand, Gordon ve Doniphan yukarı çıkmış ve dışarı baktıkları anda şok olmuşlar.

Gördüklerini çocuklara söylememişler. Çünkü denize açılmışlar ve çocuklar bunu duyarlarsa çok korkacaklarını biliyorlarmış. Çocuklara sadece geziye çıktık demişler. Ama çocuklar karadan çok uzaklaştıklarını görünce, yine de çok korkmuşlar. Birkaç gün sonra çocuklardan biri kaptanın olduğu yere girmiş ve kimseyi görmeyince çok korkmuş.

Bunun üzerine, Briand ve Gordon teker teker gemiyi sürüyor ve geri döndürmeye çalışıyorlarmış. Ama gemi bir türlü geri dönmüyormuş ve en sonunda bir adaya ulaşmışlar. Adaya geldiklerinde çocuklardan bazıları çok sevinmiş ama bazıları daha da çok korkmuş. Çünkü bu adada yerlilerin olduğundan şüpheleniyorlarmış.

Herkes hemen barınacakları başka bir alan aramaya başlamış. Çünkü bu gemide çok fazla kalamazlarmış. Kuzey, güney, doğu ve batıya gruplar olarak keşfe çıkmışlar ve güneye giden grup derenin kenarından yol alıyormuş. En sonunda bir mağara bulmuşlar. Yanına aldığı düdüğü grubun başkanı olan Gordon bütün gücüyle çalmış. Bu düdüğü duyan gruplar hemen buluşma alanına koşmuşlar ve güneye giden grupta buluşma alanına koşmuş.

Herkes buluşma alanındaymış ve hep birlikte güneye doğru yol almaya başlamışlar. Mağaranın yanına gelince mağaraya ev yapmayı düşünmüşler ve dereyi kullanarak ilk buluştukları yere geri dönmüşler. Buluştukları yer gemiye çok yakınmış. Gemiden bir sandal alıp dereye koymuşlar ve dere yoluyla gemideki eşyaları ve yiyecekleri rahatlıkla mağaraya taşımışlar.

Mağaraya uygun dekorasyonlar yapmışlar. Artık mağara onların eviymiş. Bazen tekrar gemiye gidip gemide kalan eşyaları getiriyorlarmış. Gemide artık eşya kalmamış ve yiyecek bulmak için ormanın derinliklerine gitmeye başlamışlar. Ama mağaradan çok uzaklaşmıyorlarmış. Çünkü kaybolma riskleri fazlaymış.

Ormanda meyve topluyorlarmış. Ancak etleri bitmek üzereymiş ve mağarada dengeli beslenmek istiyorlarmış. Ertesi gün silahlarını alıp et bulmak için hayvan öldüreceklermiş. Gün doğmaya başladığında et bulmak için Gordon ve Briand akıllı davranarak erkenden hayvanları öldürmeyi başlarmışlar ve çocuklar uyanmadan geri dönmüşler. Çünkü çocuklar onları merak edebilirlermiş.

Çocuklar etleri görünce çok sevinmişler. O zamanlar akıllarında büyük bir proje varmış. Proje; büyük bir uçurtma yapıp, adanın ne kadar büyük olduğunu görmekmiş. O gün bu projeyi yapmaya başlamışlar. Uçurtma için bolca ip ve on tane sopa kullanmışlar. Uçurtmaları iki metre boyundaymış ve ilk denemeleri için içine tam elli kilo koymuşlar.

Uçurtmayı uçurmuşlar ve bu arada uçurtmanın altına birisini taşıyabilmesi için bir sepet bağlamışlar. Uçurtma elli kiloyu kaldırınca uçurtmayı aşağıya indirmişler ve içine Briand binmiş. Briand, görebildiği kadar uzağa bakmış ve adanın çok büyük olduğunu anlamış. Maalesef adaya korsanlar çıkmış ve korsanlardan biri onları görmüş.
10
Artık, çok kötü şeyler olmaya başlayacakmış. Mağaranın düzenli olması için bir başkanlık seçimi yapmaya karar vermişler. Seçimleri kazanan Gordon olmuş. Bunun üzerine Doniphan, Wilcox, Cross ve Webb onlardan ayrılmaya karar vermişler. Diğerleri de üzülmüşler. Şimdi de Doniphan'ın yaptığı grup korsanların yanına gidiyorlarmış.

Başlarına neredeyse bir bela gelmek üzerymiş. Çünkü bir korsan tarafından izleniyorlarmış. Kendilerine bir mağara bulmuşlar ve oraya sığınmışlar ama bu sadece bir günlük bir barınakmış. Çünkü sabah olunca korsanlar onlara saldırma planı yapmışlar. Sabah olduğunda korsanlar onların kapısına gelmiş ve kapıyı yakmışlar. Bunu gören Doniphan, Wilcox, Cross ve Webb yanlarına aldıkları yardım düdüğünü çalmışlar.

Bunu duyan diğer mağaradakiler hemen onları aramaya başlamış. Onları bulduklarında korsanları onları yakalamış. Fakat korsanların elinde silah yokmuş. O yüzden yanlarına aldıkları silahla korsanları vurmuşlar. Serbest kalanlar artık tekrar onların yanına dönmüşler. Korsanların geldiği gemiyi bulmuşlar. Kendi gemileri hasar aldığı için, Korsanların gemisi ile o adadan ayrılmışlar.



╔══╩╝ S   O   N  ╚╩══╗





29 Ekim 2014 Çarşamba

Özet Üç Silahşörler - Alexandre Dumas



Hikaye, Paris, Meung Kasabası, Londra, evde ve şatoda geçiyor.

Hikayenin tüm Kahramanları,
  • D'Artagnan
  • Athos
  • Porthos
  • Aramis
  • Bay de Treville
  • Kardinal Richelieu
  • Jussac
  • Bay Bonacieux
  • Bayan Bonacieux
  • Kral XIII. Louis
  • Kraliçe Anne
  • Buckingham Dükü
  • Kont Rochefort
  • Grimaud
  • Planchet
  • Mousqueton
  • Bazin
Günlerden bir gün D'Artagnan Paris'e silahşör olmak için Gaskonya'dan yola çıkmış. Yolu çok uzunmuş. Bir kaç gün sonra ilerlerken önüne bir köy çıkmış. Köyde bir gün kaldıktan sora yoluna devam edecekmiş. Köye vardığında onu gören herkes gülüyormuş. Çünkü giysileri çok komikmiş. Yolda ilerlerken önüne bir adam çıkmış. Adamın yüzünde bir kesik varmış.

Yoluna bir adam daha çıkmış. D'Artagnan'ın sabrı taşmış ve "Yeter ama herkes önüme çıkıyor artık dayanamam çekin kılıcınızı!" diye bağırmış. Önündeki adamın kılıcı yokmuş ama hizmetçilerini çağırmış ve hizmetçiler ellerine bir sopa alıp gelmişler ve D'Artagnan'ı atından düşürmüşler ve D'Artagnan'ın canı çok acımış. D'Artagnan iyileşince tekrar yoluna koyulmuş ve bir gün sonra Parise ulaşmış. 

Bay de Treville'yi bulup onunla konuşmuş. Çıkışta da Athos, Porthos ve Aramis'e çarpmış ve üçü de D'Artagnanı düelloya davet etmiş ve D'Artagnan hepsini kabul etmiş. D'Artagnan ilk düelloda hepsini bir arada görünce ve tam o sırada Kardinal Richelieu'nun adamları gelince de dördü birlikte onlara saldırmışlar. Diğerleri de D'Artagnan'ın ne kadar iyi dövüştüğünü görmüşler.

Yarın da Bay de Treville onu kralın yanına götürmüş. Kral da D'Artagnan'ın çok iyi dövüştüğünü duymuş ve onun bir silahşör olabileceğini söylemiş. Kral artık D'Artagnan'a silahşörlük eğitimi verecekmiş. Arkadaşları da D'Artagnan'a bir ev tutmuşlar. D'Artagnan evine biraz yemek, yatak, koltuk, gibi eşyalar almış ve kendisine de bir uşak tutmuş uşağın adı da Planchet'miş ve uykusu geldiği için de uyumuş.

Uyanınca da alt kattaki kişilerin konuşmasını duymak için solona bir delik açtı. Deliği açtıktan sonra, dışarı çıkıp arkadaşlarının yanına gitti. O sırada Kraliçe Anne'nin yanına Dük geldi. Dük, kraliçeye aşıktı ve kraliçe bunu biliyordu. Kraliçe o yüzden Dük'ün gitmesini istedi ve düke bir gerdanlık verdi. Dük de çok sevindi.

Bu bilgiyi öğrenen Kardinal Richelieu hemen krala iletti ve krala daha sinsice anlattı. En sonunda da krala şöyle dedi: "Bence sizin kraliçeyi bir baloya davet etmeniz gerek." Kral da bu öneriyi akıllıca buldu. Kardinal Richelieu da Kont Rochefort'u casus olarak gönderdi. O sırada D'Artagnan Bayan Bonacieux ile konuşuyordu ve Kraliçenin gerdanlığı geri istediğini anlattı.

D'Artagnan bu haberi arkadaşlarına iletti. Bunun üzerine dördü de yola koyuldular. Kendilerine bir planlama yapmışlardı ve Londra'ya gideceklerdi. Atlarına atlayıp yola koyuldular. İlk duraklama yerleri bir bardı. Barda bir gün kalacaklardı ama bu mümkün olmadı. Çünkü, içeride tuzaklar vardı. Bu tuzakları Richelieu'nun kurduğunu düşündüler. Tuzaklar insanlardı ve bir kişi ile savaşmaya başladılar.

Portos'u orada bıraktılar ve yollarına devam ettiler. Diğer durakları da boş bir kumluk alandı. Kumluk alanda tuzaklar vardı ve neredeyse tuzaklardan birine yakalanıyorlardı. Tam çıkışa yaklaşmışlardı ki üstlerine bir adam atladı ve saldırmaya başladı. Orada Aramis'i bırakıp yollarına devam ettiler. Atos ve D'Artagnan çok acıkmışlardı ve yemek yemek için bir barda tekrar durdular. Yemeklerini bitirdikten sonra, garsona beş altın verip gittiler.

Gemiye binmeye çok yaklaşmışlardı ki üstlerine ateş açıldı ve Atos'u da orada bırakıp D'Artagnan yoluna devam etti. Gemiye binmek için bir adamın kartını aldı ve gemiye bindi. Gemide tuzak olacağını düşündü ama yoktu. O yüzden mutlu mutlu Londra'ya gitti. Londra'da Dük'ten gerdanlığı alıp öğlen gemisine bindi ve tekrar yola çıktı. Kaptan ona çok iyi bakıyordu, çünkü dük D'Artagnan'a bakması için kaptanı görevlendirmişti.

Geriye dönerken hiçbir engel görmeden üç gün içinde tekrar Paris'e geldi ve hemen gerdanlığı kraliçeye iletti. Bir saat sonra balo başlayacaktı ve herkes çok heyecanlıydı. Balo başlayınca kral ile kraliçenin dans ettiğini gördüler. Kraliçe'nin gerdanlığı taktığını gören Kardnal Richelieu çok sinirlenmişti ve hızlıca balodan çıktı.

D'Artagnan ve arkadaşları yaşasın aşk diye bağırdılar.





.-.-.-.-.-.   S   O   N   .-.-.-.-.-.







31 Ağustos 2014 Pazar

Özet Babam Okulun En Çalışkanı - Toprak Işık



Hikaye, evde, iş yerinde, okulda ve arabada geçiyor.

Hikayenin kahramanları,

  • Öykü,
  • Cem Bey (Bertan’ın babası),
  • Bertan,
  • Buket Hanım,
  • Gülperi Hanım,
  • Rüstem Bey,
  • Kütük Rüstem,
  • Haluk,
  • Şişman Remzi,

Günlerden bir gün, Bertan okulda Öykü ile konuşuyormuş. Konuşurken Öykü’nün saçına bir arı gelmiş. Bertan da “ARIIII” diye bağırmış. Onlar teneffüsteyken Bertan’ın babası da öğretmen ile konuşuyormuş. Bertan’ın babası Bertan’ı alıp eve dönmüş. Bertan hiç ödevlerini yapmayan bir çocukmuş. Ogün de Bertan ödev yapmadığı için babası gelip odasından bilgisayarı kaldırmış. Bertan babası bilgisayarı götürürken koşa koşa gelmiş ve onu durdurmaya çalışmış ama olmamış. Bertan’ın babası bilgisayarı dışarı koymuş.

Akşamleyin yattıklarında bir değişim olmuş ve Bertan babasının yatağında babası da Bertan’ın yatağında uyanmış. Yani babası Bertan, Bertan da babası olmuş. Kahvaltı yapacaklarmış, Bertan babasına kahvaltı yapmasını söylemiş ama babası zor yapıyormuş. Çünkü o şu an Bertan’ın bedenindeymiş. Kahvaltıyı yedikten sonra Bertan babasının arabası ile iş yerine gidecekmiş. Babası da servisle Bertan’ın okuluna gidecekmiş. Ogün babası bütün sınıfı şaşırtmış ve herkesin ağzı açık kalmış.

Herkes “Bir günde her şeyi öğrendi” diyormuş. Bertan da babasının iş yerinde ilk gün biraz kötü olmuş ama ilk günü düzeltmeyi başarmış. Eve geldiklerinde ne yaptıklarını sormuşlar. Birbirlerine ne yaptıklarını anlatınca uykuya gitmişler. Sabah olunca, kahvaltılarını edip, yine işlerine gitmişler. Yine Bertan’ın babası Bertan’ın okuluna, Bertan da babasının iş yerine gitmiş. Bertan ikinci günü iyi geçirmeye çalışmış. Bu arada Bertan’ın babası da sınıf birincisiymiş. Bertan’ın babasının gözünde oğlunun iyi bir öğrenci olması varmış.

Şişman Remzi, babası ile eve dönüyormuş. Eve geldiklerinde yarın olunca Cem Bey’i çağıracaklarını söylemişler. Çünkü Şişman Remzi ile Kütük Rüstem hiç çalışkan değillermiş ve Bertan’ın nasıl bir günde okulun birincisi olduğunu düşünüyorlarmış. O yüzden de Bertan’ın babasını çağıracaklarmış. Yarın olunca, Cem Bey’i telefon ile çağırmışlar. Cem Bey geldiğinde, Şişman Remzi’ye bir hızlı okuma çipi vermiş. Aslında o bir kağıtmış. Ama Şişman Remzi onun özel bir şey olduğunu sanmış ve onu almış.

Şimdi sıra Kütük Rüstem’deymiş. Kütük Rüstem’e de aynı şeyi vermiş. Şimdi ikisi de sınıf birincisiymiş. Şimdi Cem Bey’in işe gitmesi gerekiyormuş. Bertan hemen arabaya atlayıp işine gitmiş. Çünkü işini kaçırmak istemiyormuş. İşine geldiğinde koşa koşa iş yerine gitmiş. Oraya geldiğinde hemen işe başlamış. Arkadaşı Haluk geldiğinde ona “biraz geç kaldığını” söylemiş. Haluk da ona “bir şey olmaz” demiş.

Bu arada da Cem Bey, okulda Öykü ile bilgi yarışı yapıyordu. Cem Bey önde gidiyordu. Çok yakında onu yenecekti. Cem Bey onu yenince öğretmeni de Cem Bey'e bir kaç gün sonra yapılacak bilgi yarışmasına gitmesini önermiş. Cem Bey de kabul etmiş. Eve döndüklerinde birbirlerine ne yaptıklarını anlatmışlar. Akşam olunca da yatmışlar. uyandıklarında Bertan iş yerine Cem bey'de okula gitmiş.

Bertan iş yerine geldiğinde biraz erken geldiğini anlamış; ama erken gelmek hep iyiymiş. Arkadaşı Haluk'u göremeyince biraz şaşırmış. İş yerine gidip orada çalışmaya başlamış. Cem Bey, okula geldiğinde sınıfına doğru yürümüş ve derse başlamışlar. Derste Bilgi yarışması için alıştırma yapacaklarmış. Bertan haluk geldiğinde "neredeydin" diye sormuş. Haluk da "arabam bozulduğu için yürüyerek gelmek zorunda kaldım" demiş..

Bertan çalışırken, Cem Bey Buket Hanım'ın anlattıklarını çok iyi dinliyormuş. Bertan, işinden çıkacakken Gülperi Hanımla karşılaşmış. Sonra da "yarın size gelebilir miyim?" demiş. Bertan "Tabi gelebilirsiniz" demiş. Evlerine döndüklerinde yine birbirlerine ne yaptıklarını anlatmışlar. Yarın, Gülperi Hanım geleceği için çok heyecanlıymışlar. Yemeklerini yiyip uyumuşlar.

Ertesi gün çok değişik bir şey fark etmişler. Eski bedenlerine geri dönmüşler ve Gülperi Hanım'ı beklemeye başlamışlar. O sırada da kahvaltıyı hazırlamaya başlamışlar. Gülperi Hanım geldiğinde, kahvaltılarını yapmışlar ve sonra Cem Bey, Gülperi Hanım'ı iş yerine götürmüş. Bertan da okuluna gitmiş. Bertan hemen olan şeyleri düzeltmek için çalışmaya başlamış her şeyi düzeltemese de elinden geleni yapmış

Artık bilgi yarışmasına Öykü katılacakmış. Cem Bey de iş yerindeki eşyaları düzeltiyormuş. Öykü bilgi yarışmasında birinci olmuş. Öykü'ye altın madalya takmışlar ve çok mutlu şekilde okula dönmüş. Onun kazandığını duyunca bütün sınıf çok sevinmiş ve bunun için bir kutlama düzenlemişler. Yemekleri dışarıda yemişler ve öğretmenleri de onlara meyve suyu almış.

Cem Bey'in toplantıya gitmesi gerekiyormuş. Toplantıda arkadaşlarına "Artık, hafta sonu da çalışmamız gerek, çünkü daha fazla iş yaparsak daha çok kedimizi geliştiririz" demiş. Bertan servise binip eve dönerken ödevlerini yapıyormuş. Eve geldiğinde az ödevi kaldığı için onları da bitirmek istemiş ve masasına oturup ders çalışmış. Babası gelince birlikte yemek yemişler. Sonra da uyumuşlar.




_ . - . _  S   O   N  _ . - . _  



29 Ağustos 2014 Cuma

Özet Haberi



"Babam Okulun En Çalışkanı" çok yakında özet satırlarında...


         

                              Duyuru
                     
     (Yanlış anlamayın özet satırlarda gibi bir şey...)

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Heidi Kitap Özeti (Johanna Spyri)



Hikaye, Alp Dağlarındaki Kulübede, yolda, Peter ve Klara'nın evinde geçmektedir.

Hikayenin kahramanları :

  • Heidi,
  • Peter,
  • Klara,
  • Dete (Heidi'nin bakıcısı),
  • Peter'in annesi,
  • Peter'in büyük annesi,
  • Alp Dede (Heidi'nin büyük babası),
  • Klara'nın annesi,
  • Klara'nın babası,
  • Klara'nın annesinin hizmetçisi,
Sıcak bir haziran gününde Dete, Heidi'yi büyük babasına bırakıp işe gidecekmiş. Alplere gelince yavaş yavaş yukarı çıkmaya başlamışlar. Heidi'nin büyük babasının yanına gelince, Dete Heidi'yi büyük babasına bırakmış ve geri dönmüş. Heidi büyük babasını görünce çok mutlu olmuş. Büyük babası Heidi'yi kulübeye getirmiş. Heidi yukarı kata çıkmak istemiş. Büyük babası merdiveni getirmiş ve Heidi yukarı çıkmış.

Yukarıdaki samanları görünce onlardan bir döşek yapmayı düşünmüş. Sonra da aşağıya inmiş. Birkaç gün sonra, büyük babası buralarda keçileri otlatan birisi olduğunu söylemiş. Onun adı da Peter'miş. Peter akşamleyin geri döndüğünde yeni birisini görünce şaşırmış. Alp dede Peter'i Heidi'yle tanıştırmış. Peter Heidi'yle tanışınca çok mutlu olmuş.

Yarın Peter ile keçileri otlatmaya gidecekmiş. Yarın olduğunda, Peter ile Heidi keçileri otlatmaya çayıra gitmişler. Keçiler ot yerken, onlar ayakta durmaktan yoruldukları için çimenlere yatarak havaya bakmışlar. Akşam olmaya başlayınca geri dönmüşler. Heidi dedesine neler yaptıklarını anlatmış. Yemek yedikten sonra da uyumuşlar. 

Diğer gün, Alp Dede, Heidi'yi Peter'lere götürmüş ve eve dönerken Heidi'ye akşam üstü gelip seni alacağım demiş. Heidi, Peter ile çok eğlenmiş. Peter'in annesini ve büyük annesini görmüş. Akşam üstü Heidi'yi gelip almış ve eve dönmüşler. Alp Dede akşam yemeğini hazırlamış. Yemeklerini yedikten sonra Heidi merdiven ile yukarıya çıkıp samandan yatağına yatmış.

Heidi uyandığında aşağıya inmiş ve dedesine acıktığını söylemiş. Heidi yine Peter'lere gitmek istiyormuş. Oraya geldiklerinde evin tamire ihtiyaç duyduğunu görmüşler. Alp Dede Heidi'yi bırakıp aletlerini alıp gelmiş ve evi tamir etmiş. Alp Dede de içeriye girmiş ve orada öğlen yemeğini yemişler. Yemek yedikten sonra kulübelerine gitmişler. 

Heidi kendi kendine oyun oynarken eğleniyormuş. Akşama kadar kendisi ve keçilerle oynamış ve içeri girmiş. Dedesine acıktığını söylemiş. Birkaç dakika sonra dedesi ona yemek yapmış. Heidi yemeği çok beğenmiş ve döşeğine gidip yatmış. Ertesi gün Heidi zor uyanmış. Aşağıya indiğinde dedesinin kahvaltıyı hazırlamış olduğunu görmüş. Kahvaltılarını ettikten sonra Peter gelmiş ve Heidi onunla birlikte keçileri otlatmaya gitmiş.

Eve döndüğünde, yemeklerini yedikten sonra yatmışlar. Heidi uyandığında, dışarı çıkınca Dete'yi görmüş. Dete onu şehre götürecekmiş, orada bir arkadaş olduğunu söylemiş. Şehre gelince, otobüse binip o eve gitmişler. Zili çalmışlar ve içeri girmişler. Heidi içeri girince Dete, buradaki arkadaşı göstermiş ve daha sonra işine geri dönmüş. O arkadaş ile tanışmış ve onun adının Klara olduğunu öğrenmiş. 

Onunla her gün oynamaya başlamış ve onun altında bir sandalye olduğunu görmüş. Yürüyen bir sandalyeymiş o. Klara'nın babası yokmuş ama annesini görmüş. Annesinin bir de hizmetçisi varmış. Bir gün Klara'nın babası gelecekmiş. Heidi Klara'nın babasını göreceği için çok heyecanlıymış. Klara'nın babası geldiğinde onu görmüş. 

Heidi Alp Dağlarını çok özlüyormuş ve oraya gitmek için her gece uyur gezer olup apartmanın kapısını açıp geri dönüyormuş. Apartmanın kapısının açık kalması evdeki kişileri korkutuyormuş. Bir akşam Klara'nın annesinin hizmetçisi gidip bakmış ve onun Heidi olduğunu anlamış. Ertesi gün, Heidi Alp Dağlarından uzak kaldığı için ağlamaya başlamış. Klara'nın annesinin hizmetçisi de onu yine dedesinin yanına götürmüş. 

Günlerden bir gün Klara, Heidi'nin yanına gelmiş. Heidi Klara ile çok güzel günler geçiriyormuş ama Peter bundan çok rahatsız olmaya başlamış. Heidi ile Klara uyurken Klara'nın yürüyen sandalyesini uçurumdan aşağıya atmış. Klara ile Heidi uyandıklarında dışarı çıkmışlar. Alp Dede Klara'yı yürüyen sandalyeyi bulamadığı için çimenlerin üzerine bırakmak zorunda kalmış. Heidi gelince Klara'yı kaldırmaya çalışmış ama olmamış. Gidip Peter'i çağırmaya karar vermiş. İkisi birlikte denemişler ve Klara'nın bir adım atmasını söylemişler.

Artık Klara yürümeye başlamış ve kulübeye geri döndüklerinde Peter Alp Dede'ye Klara'nın sandalyesini uçurumdan aşağıya attığını söylemiş. Peter artık Klara'yı seviyormuş ve artık üçü birlikte oynuyorlarmış. Klara'nın annesi bir gün gelmiş Klara'yı eve götürmek zorunda kalmış. Klara'yı ayakta görünce çok şaşırmış. Nasıl kalktın diye sorunca Klara da "Arkadaşlarımın sayesinde" demiş. Klara'nın annesi de Klara'yı alıp eve dönmüş.





...    S   O   N    ...


6 Haziran 2014 Cuma

Define Adası Kitap Özeti (Robert Louis Stevenson)



Hikaye, adada, gemide, kalede ve bir ülkede geçiyor.

Hikayenin kahramanları :


  • Jim,
  • Jim'in annesi,
  • Jim'in babası,
  • Kaptan,
  • Kaptan Silver,
  • Doktor Livesey,
  • Bay Trelawney,
  • Ben Gunn,

Handa yaşayan bir aile varmış. Bir gün hana bir kaptan gelmiş. Kaptan yanında bir define sandığı getirmiş. Tuttuğu bir kişi, o sandığı taşıyormuş. Kaptana odasını vermişler. Kaptan odasına geçince birkaç saat orada kalmış. Herkes onu çok merak etmiş. Annesi Jim'e kaptanı çağırmasını söylemiş. Jim kaptanın odasına gidip, kaptanın kapısını çalmış. İçeriden ses gelmeyince tekrar çalmış. Sonra içeriden "Gel" sesi gelmiş. 

Jim içeriye girip, kaptana "Ne zaman geleceksiniz?" diye sormuş. Kaptan, "Birazdan gelirim" demiş. Kaptan, tekrar camın başına geçip dürbünü ile dışarıyı seyrediyormuş. Biraz sonra kaptan gelmiş. Kaptan biraz içki istemiş. Hemen yapıp getirmişler. Kaptan içkisini içince, tekrar odasına çıkıp camın karşısına geçmiş. Yine dışarıyı seyretmiş.

Bu böyle devam ederken, Jim'in babası hastalanmış. Annesi Jim'e gidip doktor Livesey'i çağırmasını istemiş. Jim koşarak doktor Livesey'in yanına gitmiş. Doktor Livesey'e neler olduğunu anlatmış. Doktor Livesey atını alıp Jim ile birlikte hana gitmişler. Doktor Livesey Jim'in babasını muayene etmiş. Doktor Livesey'den babasının çok az ömrü kaldığını öğrenmişler.

Birkaç gün sonra Jim'in babası hastalıktan ölmüş. O günden sonra günleri kötü geçmeye başlamış. Bir gün hana Karaköpek lakaplı bir korsan gelmiş. Bu korsan, kaptanın hazinesini almak istiyormuş. Kaptan aşağıya inip neler olduğuna bakmış. Karşısında Karaköpek'i görünce çok şaşırmış. İkisi de silahlarını ellerine almışlar. İlk önce kaptan ateş etmiş. Sonra da Karaköpek kanlar içinde handan dışarı çıkmış.

Birkaç gün sonra Jim ve annesi handan dışarıya çıkmışlar. Yolda gözü olmayan biriyle karşılaşmışlar. O adam Jim'in kolunu sıkıca tutarak kendisinin hana götürülmesini istemiş. Handa Kaptan'ın odasını görmek için oraya gitmişler. O adam Kaptana yaklaşarak kalbini dinlemiş. Sonra da "Bu ölmüş" demiş. Sonra o adam hazineye doğru yürümüş ama Jim o adamı dışarıya çıkarmayı başarmış.

Sonra aşağıya inmişler ve gözsüz adam arkadaşlarını çağırmaya gitmiş. Arkadaşlarını çağırıp geri geldiğinde kimseyi görememiş ve yukarıya çıkıp arkadaşları ile hazineyi almaya gitmiş. Hazinedeki altınları almışlar ve dışarıya çıkmışlar. Jim ve annesi polisi aramışlar. Gözsüz adam paralarla kaçarken arkadaşları da bekliyormuş. Gözsüz adam tam karşıya geçecekken polis gelmiş ve gözsüz adam atın altında kalmış.

Artık Jim mutluymuş. Doktor gelip Jim'i almış. Çünkü define avına çıkacaklarmış. Jim'in annesine bir işçi vermiş ve gitmişler. Gemiye geldiklerinde orada define yolculuğuna çıkacak olan pek çok kişi varmış. Yolculuğa çıktıklarında hem fırtınalı hem de şiddetli yağmurlu ve büyük dalgalı günler geçirmişler ve adaya varmışlar.

Adaya geldiklerinde normal gurupla isyan gurubu ayrılıp değişik yerler aramışlar. Normal gurup kırık bir kule bulmuş. E gemi de isyancılara kalmış. Günler günleri kovalamış. Artık normal gurupla isyan gurubu savaşmaya başlamış. Jim de bu arada gemideki iki kişiyle savaşıyormuş. Onları öldürüp gemiyi adanın diğer tarafına götürmüş.

Kalede savaşmışlar ve zafer kazanmışlar. Sadece bir kişi yaralanmış. Ama isyan gurubunun hepsi ömüş. Artık definenin olduğu yere gitmek gerekiyormuş. Definenin boş olduğunu görünce geri dönmüşler. Gemide çok eğlenmişler. Jim annesinin yanına dönünce çok sevinmiş. artık çok mutluymuş.










MUTLU SON





















23 Mayıs 2014 Cuma

Zamana Açılan Kapı Kitap Özeti (Bilgin Adalı)



Resimleyen : Kutlay Sındırgı

Hikaye 10 000 yıl önce başka bir dünyada, kampta, mağarada ve Hasankeyf'te geçiyor.

Hikayenin kahramanları :

  • Kerim,
  • Adnan Dayı,
  • Selin (arkeolog),
  • Nini (diğer boyutta),
  • Aki (diğer boyutta),
  • Ram (diğer boyutta),

Kerim adında bir çocuk varmış. Kerim, çantasını hazırlarken çok heyecanlıymış, çünkü dayısının yanına gidecekmiş. Kerim yola çıkmış. Yolda giderken çok değişik yerler de görüyormuş. Kampın yanına geldiğinde dayısı onu mutlulukla karşılamış. Kerim kampta dayısının öğrencilerini görmüş, dayısıyla konuşmuş. Neler yaptığını öğrenmiş.

Sonra, dayısından izin alarak kovuklara bakmaya gitmiş. Giderken yerde bir obsidyen bir taş görmüş. Bu taş, simsiyah, avcun içine sığacak kadar minik bir taşmış, ve bir anahtarmış. Kerim onu alıp yoluna devam etmiş. Kovuklara varınca obsidyen taşı yukarı kaldırmış ve güneş ışınları kovuğa yansımış. Kovukta bir geçit açılmış. 

Kovuğun içinde bir kız ve keçisi varmış. Kerim kıza bağırmış ama kız duymamış. Kerim içeri girip kıza "merhaba" demiş. Kız da ona "Mai Nini" demiş. Kerim ona bir tane sakız vermiş. Kıza el işareti ile yemesini göstermiş. Kız yemiş, biraz çiğnedikten sonra yüzünde bir gülümseme çıkmış. Kerim de oradan çıkıp bu olanları dayısına anlatmaya gitmiş.

Dayısı bunları duyunca merak edip kendisinin de görmek istediğini söylemiş. Kerim ile birlikte kovuğa gitmişler ama yanlarına birkaç arekeolog da almışlar. Kerim kovuğun boyutunu tekrar açmış ve içeri girmişler. İlerledikten sonra bir çoban görmüşler. Kerim yanına gidip, "Mai Kerim" demiş. Çoban da "Mai Ram" demiş. Kerim "Nini?" diye sormuş. Çoban da "Nini" demiş ve yola çıkmışlar.

Çoban onları bir köye götürmüş. Orada insanlar yaşıyormuş. Yeni gelenleri görünce onlara çok iyi davranmışlar. Köyde fotoğraf çekiyorlarmış çünkü, geriye dönünce onları internetten yollayacaklarmış. Bu arada Hasankeyf'e çok fazla turist geliyormuş çünkü beş arkeolog kaybolmuş. Onları aramaya çıkmışlar. Bulamayınca gruplarla aramaya başlamışlar ama yine de bulamamışlar.

Orada durum çok güzelmiş. Orada onlarla çok güzel anlaşıyorlarmış. Bir gün dağa gitmek istemişler, ama Aki onları durdurmuş. Yanlarında kendisi ve arkadaşlarının da geleceğini söylemiş. Dağa giderken yorulmamak için, dağın üstünden akan suyu kullanıyorlarmış. Kayıkla yukarıya çıkarken ip kulanıyorlarmış ve dağa bağlı olan çivilere ip asarak çıkıyorlarmış. Bunu yaparken çok eyleniyorlarmış.

Bu arada bir keçi vurmuşlar. Köyden arkadaşlarını çağırmış Aki. hemen gelmişler ve keçiyi köye götürmüşler. Onlar da geri dönmüş.Bu arada Selin de fotoraf çekiyormuş. Kerim de köyün çocuklarına seksek oynamayı öğretmiş. Selin de kızlara saç örmeyi, erkeklere de futbol oynamayı öğretmiş. İşlerinden gelenler de bunları yapıp oynamaya başlamışlar.

Adnan dayı Aki'ye gideceklerini ama geri döneceklerini söylemiş. Geri dönmüşler. Herkes sormuş" neredeydiniz? " diye. Onlar da "sadece bir gezdik" demişler. Sonra da kampa geri dönmüşler. Döndüklerinde çektiği fotaraflara bilgisayarda bakıyorlarmış. Ama Kerim başka bir şey yapıyormuş. Kerim Herkes onları takip etmesin diye bir plan yapmış.

Kuyumcudan bir taş almış. Marketten de bir ip ve şekerleme almış. geri dönüp dayısına mektup yazmış. Sonra da dayısına planı anlatmış. Herkesin önünde konuşacakmış. Sahneye çıktığında şöyle demiş "Şimdi sizin önünüzde boyutun anahtarı olan obsidyen taşı kıracağım." demiş. Eline aldığı tokmakla
 taşı kırmış ve ortadan kaybolmuş.

Dayısı kampa geldiğinde Kerimi bulamamış ama mektubunu bulmuş mektupta:

Dayıcığım,
Seni çok şaşırttığımı biliyorum. Ama inan bana tek çözüm buydu.
 Kırdığım taş, taşçı ustasından aldığım taşlardan biriydi.
Anahtar taş bende, güvende.
Sanırım Hasankeyf'i en azından şimdiden kurtardık.
Ortalıktaki heyecan dindikten sonra yeniden döneceğim.
Gizlice.
Oturup konuşuruz, gelecek için neler yapılabileceğine karar veririz.
Öteki hafta, o güzel insanların arasında güvende olacacağımı biliyorum.
Sakın beni merak etme.

Kerim

böyle yazıyordu. Bu arada kerim köye gelmişti ve yanında götürdüğü ipi bir ağaca bağlamıştı. Köyden aldığı tahtayı da ağaca astığı iplere bağlamış ve bir salıncak yapmıştı. İlk önce Nini sonra da çocukları sallamış ama Nini'yi sevdiği için en fazla onu sallamış. Günler geçmiş ve kerim geri dönmüş ve ne yapmış bundan sonrasını da siz düşünün.  :)

Açıklama: Neredeyse yarısını ben yazdım ve mektupu yazarken biraz zorlandım ama sonrası çok güzeldi.  :)


 ***SON*** 


  










26 Nisan 2014 Cumartesi

Robinson Crusoe Kitap Özeti (Daniel Defoe)



Hikaye, denizde, ıssız bir adada, dünyamızda geçiyor.

Hikayenin kahramanları :


  • Robinson,
  • Kaptan,
  • Yamyamlar,
  • Cuma,
  • Cuma'nın babası,
  • İsyancılar,
  • Daha var...

Bir gün bir ailenin üçüncü çocuğu doğmuş. Adını Robinson koymuşlar. Robinson'un iki tane kardeşi varmış. Bir tanesi bir savaşta ölmüş. Diğeri ise deniz yolculuğundan dönmemiş. Ailenin tek çocuğu olan Robinson'a ailesi çok iyi bakıyormuş; çünkü onun da kaybolmasını istemiyorlarmış. Robinson büyümüş, büyümüş ve büyümüş. 

Robinson'un bir hayali varmış; o da, denize açılmakmış. Bir gün evden çıkıp arkadaşına gitmiş. Arkadaşı ona "Babam bir gemi yolculuğu yapacak, senin de katılmanı isterim" demiş. Robinson da geziye katılmış. Gemiye bindiklerinde, Robinson annesine mektup yazmış ve gemi yolculuğuna başlamışlar.

Yolculuk, üç gün sürecekmiş. 

Birinci gün:

Yolculuk çok güzel geçiyordu. Yola çok kolay devam ediyorlardı. 

İkinci gün:

Hava yağmurlu gibi görünüyordu.

İkinci günün akşamı:

Bir fırtına çıktı. Robinson'un içini bir korku sardı.

Üçüncü gün:

Fırtına öğlenleyin bitti. Gemi kayalıklara takıldı. Teknelere binip yola devam ettiler. 

Üçüncü günün akşamı:

Kayıkla giderken bir fırtına daha çıktı. Her kayık battı. Robinson yüzerek kıyıya ulaşmaya çalıştı. 

Robinson bir gün sonra kendisini karada bulmuş. Karada bir dağ bulup oraya tırmanmış. Oradan bütün her tarafa bakmış ve buranın bir ada olduğunu anlamış.Aşağıya inip kendisine bir kulube yapmış.Orada bir kaç gün kaldıktan sonra kendisine balta, kazma, kürek, vb.'nı yapmış. kendine bir kayık yapıp gemiye gitmeyi planlıyormuş. 

Günlerden bir gün, bir kayık yapıp gemiye gitmiş. Oradan kayığa eşyalar koyup adaya geri dönmüş.
adada kulübesinde uyuyup, kayıktan eşyaları kulübeye taşımış. Ertesi gün de bir mağara bulup oraya yeni bir ev yapacakmış. Ertesi gün bir mağara bulmuş ve oraya bir ev yapmış. Kulübeyi de yıkmış.
Mağarada daha güzel yaşıyormuş.

Gemiden getirdiği silahları alıp hayvan avlamaya gitmiş. Keçi öldürmüş, inek öldürmüş ve eve dönmüş. İneğin derisi ile kendisine kıyafetler yapmış. Onları giyip kendisine bir tarla yapmaya karar vermiş. Birkaç gün sonra, kendisine bir çiftlik yapmayı başarmış. Çiftliğe tavuk, inek, keçi, koyun koymuş. Tavuğun yumurtasını alıp, güzel bir kahvaltı yapıyormuş. 

Sonra, kendisine masa, sandalye yapmış ve gemiden getirdiği eşyaların arasında bir günlük bulmuş. Günlüğe bir yıl ne yaptığını yazmış. Birkaç gün sonra dürbününü alıp dağa çıkmış. Oradan deniz kıyısını izlerken deniz kıyısında üç tane kayık görmüş. Yanına gidip etrafa bakmış. İyice baktıktan sonra yamyamları görmüş. Yanlarında da bir köle görmüş.

Robinson onu kurtarmak istiyormuş. Silahını alıp onlarla savaşmaya gitmiş. Köleyi kurtarmak için yamyamları öldürmüş. Tutsağı kurtardıktan sonra son üç tane yamyam onları kovalamaya başlamış. Robinson, ara sıra arkasını dönüp yamyamları vuruyormuş. Son iki tane yamyam kalmış. Bir tanesi koşarken kafasını dala vurmuş ve yere çakılmış. Son bir tane yamyam kalmış. Onu da kütüğün üstünden atlayıp onun atlamasını beklemiş. Yamyam atlarken ayağını çarpıp yere çakılmış. 

Tutsağı da yanına alıp eve götürmüş. Tutsağa Cuma adını vermiş. Ona keçi eti yedirmiş ama Cuma istememiş. Robinson da Cuma'ya el hareketi ile eti yemesini söylemiş. Cuma yedikten sonra çok beğenmiş.

Bir ayı Cuma ile geçirdikten sonra tekrar yamyamları görmüş. Yine bir tutsak varmış. Robinson da yamyamları tekrar öldürmek zorunda kalmış. Tutsağı alıp eve götürmüşler. Ona keçi eti yedirmişler ama tutsak istememiş. Robinson da el hareketi ile yemesini söylemiş. Tutsak yedikten sonra çok beğenmiş.

Robinson Cuma'ya kendi dilini öğretmiş. Cuma da Robinson'a tutsağın babası olduğunu söylemiş. Robinson da Cuma'ya babasına kendi adalarında ne yaptıklarını sormuş. Cuma da dili çevirerek babasına anlatmış. Babası da Cuma'ya birşeyler söylemiş. Cuma da Robinson'a anlatmış. Dışarıya çıktıklarında Cuma bir gemi görmüş. Robinson çok sevinmiş.

Hemen deniz kıyısına koşmuşlar. Orada geminin buraya gelmesini beklemişler. Gemi deniz kıyısına gelince onlar da binmişler. Cuma ile babasını kendi adalarına götürüp York şehrine gitmişler. Robinson kendisine bir ev alıp orada yaşamış.





...... S  O  N .......





9 Mart 2014 Pazar

Adından Belli Kuşlar Köyü Kitap Özeti - Toprak Işık



Hikaye Kuşlar Köyü'nde, Yağızlar Köyü'nde ve Korku Ormanı'nda geçiyor.

Kahramanlar :

Meraklıkanat, Minikkedi, Şişman Rüstem, Kuralcıkanat, Selim, Deniz, Zeynep, Kadir, Teoman, Ali, Hatice (daha var...)


Yağızlar Köyü çocukları bir gün toplanmışlar. Selim Deniz'e yoklama yapmasını söylemiş. Deniz "Herkes tam!" demiş. Selim de "O zaman kuş avlamaya gidebiliriz!" demiş. Kadir de "Ben kuş avlamam!" demiş. Sonra, kuş avlamaya gitmişler. Kuş avlarken bir kuşu vurmuşlar. O kuş, olduğu yerde dona kalmış. Herkes çok şaşırmış ve kuş aşağıya düşmüş.

Herkes kuşun yanına gittikten sonra, kuşun bayıldığını görmüşler ve oradan gitmişler. Giderken büyük bir kükreme duymuşlar. Sonra vurdukları kuş yanlarına gelmiş ve onlara kaçın demiş. Çocuklar kaçmaya başlamışlar ama kuşun nasıl konuştuğunu bilmiyorlarmış ve çok şaşkınlarmış. Kaçarken kuş suya atlayın demiş. Hepsi birer birer atlamış. En sona Ali kalmış.

Minikkedi Ali'ye çok yaklaşmışken o da suya atlamış. Ama onlar bir akıntıda olduklarının farkında değilmişler. Akıntının sonuna geldiklerinde, şelaleden aşağı düşerken, sivri kayalara çarpmak üzereyken Zeynep gözlerini kapatmış. Sonra diğerleri de kapatmış. Sonunda ölmediklerini görmüşler ve bir gaganın ağzında olduklarının farkına varmışlar.

Çok ilerledikten sonra gaganın ağzı açılmış ve hepsi aşağıya düşmüş. Ama düştükleri yer yumuşacıkmış. O yüzden hiç canları acımamış. Adınan Belli Kuşlar Köyü'ne geldiklerinde Meraklıkanat onlara bu köyden bahsetmiş. Sonra da Kuralcıkanat onlara kuralları söylemiş.

Kurallar:

1. bıdı, bıdı
2. bıdı, bıdı,
       bıdı
3.bıdı,bıdı,
   bıdı,bıdı

Kuralcıkanat kuralları söylediğinde çocuklar çok şaşırmış. Sonra, Meraklıkanat onlara yaptığı gizli geçidi göstermiş. Gizli geçit babasının evine gidiyormuş. Meraklıkanat oradan girmiş. Diğerleri de öyle yapmış. Uzun süre yürüdükten sonra, Meraklıkanat'ın babasının evine gelmişler. Orada çok kitap varmış. Çünkü babası bir yazarmış. Orda kitaplardan bazılarına bakmışlar. Çok eski olduklarını görmüşler.

Oradan çıkıp Korku Ormanı'na gitmişler. Orada uzun süre yürüdükten sonra Zeynep, bir çift göz görmüş. Sonra o gözler çoğalmış ve bir anda Korku Ormanı aydınlanmış. Zeynep'in gördüğü şey, bir kurtmuş. Bu kurtlar Korku Ormanı'nın korucularıymış. Çocukların onlarla savaşması gerekiyormuş.

Teoman, yerde bir sopa görmüş. Onu almak üzereyken bir kurt ona doğru hırlamış. Teoman sopa'dan uzaklaşınca, kurt hırlamayı kesmiş. Bir plan yapmışlar. Planda Ali'nin ağaca tırmanması gerekiyormuş ve o ağaçtan arkadaşlarına dal atması gerekiyormuş. Ağaç dallarıyla kurtlarla savaşacaklarmış. Ali bir kedi hızıyla ağaca tırmanmış ve oradan ağaçtaki bütün dalları aşağıya atmış.

Hepsi bir dal alıp sallamaya başlamış. Dalları salladıkça kurtlar uzaklaşıyormuş. Hatice, daldaki bütün kozalakları kurtlara atıyormuş. Kurtlara isabet eden kozalaklar, kurtları öldürüyormuş. Meraklıkanat ta yüksekten kurtların kafasına bombalama düşüyormuş. Selim de kurtlarla savaşıyormuş. Böyle yaparak Korku Ormanı'nı yenmişler ve Korku Ormanı yok olmuş.

Onlar artık evlerine dönebilirlermiş. İlk önce masalcı periye gideceklermiş. Masalcı periye gitmek için sarmaşıklardan aşağıya kaymaları gerekiyormuş. Kaymışlar... Kaymışlar... Kaymışlar... Sonunda yere ulaşmışlar. Bir göl varmış. Ali göldeki taşları ve şelaleyi görmüş. Göldeki taşlara zıplayarak şelanin içine girmiş.

Ali'yi bulamayan arkadaşları ağlamaya başlamışlar. Deniz ağlarken gözünden bir damla suya düşmüş ve şelale iki yana doğru açılmış. İçinden bir peri çıkıp, onları el işareti ile içeriye davet etmiş. İçeriye girdiklerinde Ali'yi bulmuşlar. Masalcı peri bir masal anlatmış. Bir tane daha masal anlatmış ve kendilerini Meraklıkanat'ın babasının evinde bulmuşlar.

Önlerinde bir kitap varmış ve o kitabı okumuşlar. Okuduklarında, kendilerini köylerinde bulmuşlar. Şimdi, sadece Meraklıkanat'ın babasını kurtarmaları gerekiyormuş. Bir plan yapmışlar. Planda Ali ve Deniz kurtamaya gideceklermiş. Şişman Rüstemin evine geldiklerinde gizlice kuşu alıp, kaçmışlar.
Kaçarken Şişman Rüstem kuşunu bulamadığı için Ali ve Deniz'in peşine düşmüş.

Şişman Rüstem Deniz'i yakalamış ama Ali jet gibi kaçmış. Meraklıkanat ve babası ile evine dönmüş, Zeynep te geri gelmiş. Deniz de Şişman Rüstem'den kurtulup yanlarına gelmiş.






...SON...









7 Mart 2014 Cuma

Canavar Peşinde 2. Kitap : Deniz Yılanı Sepron (Adam Blade)



Hikaye, Avantia Krallığında, suyun altında ve köyde geçiyor.

Hikayenin kahramanları :

Tom,
Ellena,
Calum,
Sepron (deniz yılanı),
Aduro (büyücü - iyi),
Fırtına (at)
Gümüş (kurt)
Malvel (büyücü - kötü)


Balıkçı ağını denize atmış. Ama çektiğinde balık gelmemiş. Sonra tekrar atmış. Yine balık gelmemiş ve sudan yukarıya doğru siyah bir şeyin çıktığını görmüşler. Yanında da Calum varmış. Sonra da
sudan bir karaltı yükselmeye başlamış ve sudan bir canavar çıkmış. Canavar teknenin yelkenini koparmış ve suyun altına geri dönmüş.

Tom ve Ellena Sepron'u arıyorlarmış. Sepron'u denizde bulacaklarmış. Tom Fırtına'nın üstündeki eğeri indirip, yere koymuştu. Ama Gümüş ise nefes nefese kalmıştı bir gün sonra Fırtına'ya yine eğer takıp yola koyulmuşlar. Gitmeye başladıklarında onlar önde, Gümüş arkadaymış. Gittikçe acıkıp, susuyorlarmış. Suları az kaldığında şanslarına, karşılarına bir gölcük çıkmış.

Mataralarına su doldurup, yola koyulmuşlar. Nerede olduklarına bakmak için Tom haritayı çıkarmış. Sepron'un nerede olduğuna bakmış. Sepron onlara çok uzakmış ama gidebilirlermiş. Önlerine bir yokuş çıktığında oradan yavaşça inmeye başlamışlar. İnerken çok kötü bir gelgit olmuş. Gelgit suyu öyle yükseltmiş, öyle yükseltmiş ki su onlara doğru gelmeye başlamış. Onlar da dağa doğru koşmaya başlamışlar.

Sonunda dağa varmışlar ve dağdan aşağıya bakmışlar. Birde ne görsünler? Bir köy varmış. Köye gidip karınlarını doyurabilirlermiş. Köye gitmişler. Köyde karınlarını doyurmuşlar. Orada birisi ile tanışmışlar. O kişinin adı Calum'muş.

Calum onlara bazı şeyleri anlatmış. Köylerinin yarısı su ile kaplıymış ve ellerinde sadece bir tane tekne kalmış. Tom ve Ellena sonunda aradıklarını bulmuşlar. Aradıkları eşya tekneymiş. Ama teknenin altında bir delik varmış. O deliği kapatmaları gerekiyormuş.

Deliği katranla kapatmak istemişler. Katran yapmaya başlamışlar. Katranı yapmışlar ama sonra bir yangın çıkmış. Yangın Tom'a yaklaşmış. Tom kalkanını alıp korunmuş. Ama sıcaklık çok fazlaymış. Tom sırılsıklam olmuş. Şimdi katranın erimesini bekleyeceklermiş.

Bir gün plan yapıp, erken kalkmışlar. Tekneyi izin almadan denize doğru götürmüşler. Tam o sırada Calum seslenmiş. Ne yapıyorsunuz siz? diye bağırmış. Calum onların yanına gelmiş. Tom ona olaydan bahsetmiş. Ama bir de Calum'a kimseye bunu söylememesini tembih etmişler.

Yola koyulmadan önce Calum'a Fırtına ve Gümüş'ü bırakmışlar. Sonra yola koyulmuşlar. Hava güzelmiş ama denizde açıldıkça sis çoğalıyormuş. Çok fazla açıldıklarında zar zor bir ada görmüşler. Adaya ulaştıklarında sis birazcık daha azalmış. Adayı araştırdıktan sonra Tom Sepron'un tasmasına giden bir yol bulmuş. Ellena'yı çağırıp buradan aşağıya doğru gidelim demiş. Tekneyi de yanlarına almışlar.

Tom Sepron'u görmüş ve Ellena'ya "Ben Sepron'a doğru yüzücem" demiş. Ellena'ya da kalkanını vermiş. Tom, "Bununla bana ışık tut, ben de yönümü kolayca bulayım" demiş. Ellena öyle yapmış. Tom da nefes alıp suya dalmış. Sepron'u bulana kadar derinlere inmiş. Onu gördüğünde nefesi çok azmış ve geri dönmeye karar vermiş.

Ellena Tom'a "Biraz daha yavaş hareket etmen gerekli, o zaman daha az nefes harcarsın" demiş. Tom da "Tamam" demiş. Tekrar suya dalmış. Bu sefer Ellena'nın dediğini yapmış. Cebindeki anahtarı çıkarıp Sepron'un tasmasının kilidini aramış. Kilidi açmaya çalışmış ama olmamış. Sonra anahtar elinden düşmüş. Tom da geri dönüp yine nefes almış. Ellena "Başardın mı?" diye sormuş. Tom "Hayır" diyerek içindeki hayal kırıklığını gizlemiş.

Tom tekrar suya dalıp, Sepron'u aramış. Bu sefer daha çabuk bulmuş ve kılıcıyla açmayı denemiş. Tom Sepron'un kafasını sallaması ile kilidi açmış! Serbest kalan Sepron Tom'u suyun üstüne çıkarmış. Tom kilidi açmaya çalışırken de Ellena karaya çıkmış. Tom da karaya çıkınca, Tom'un yanında büyücü Aduro'nun görünrtüsü belirmiş.

Büyücü Aduro onlar ile görüşmek için Avantia'dan buraya görüntüsünü göndermiş! Onlarla konuştuktan sonra büyücü Aduro'nun görüntüsü koybolbaya başlamış ve kasabaya dönmüşler.



SON


24 Şubat 2014 Pazartesi

Esrarlı Ada Kitap Özeti (Jules Verne)



Hikaye, adada, balonda ve bir çadırda geçiyor.

Hikayenin kahramanları :

  • Gazeteci Spillet,
  • Kaptan Nemo,
  • Gemici Bay Pencroft,
  • Mühendis Bay Cyrus Harding,
  • Top (köpek),
  • Ayrton,
  • Neb,
  • Herbert,
  • Korsanlar,
  • Jüp (maymun)
Günlerden bir gün, bir kral varmış. Kral, üç kişiye güneydeki adaya doğru gidip oradaki halka baskın yapmalarını istemiş. Ama hepsini birer birer gönderdiği için başarısız olmuşlar. Güneydeki insanlar onları bir çadıra kilitlemişler. Ama bir kaç gün sonra iki kişi gelip onları kurtarmışlar. Oradaki balona binip yola koyulmadan mühendis eline aldığı köpek ile balona binmişler. Çok ilerledikten sonra bir ada görmüşler. Adaya geldiklerinde yemekleri olmadığı için ağaçlardan yemek toplamışlar. Onları yeyip, karınlarını doyurmuşlar.  

Ertesi gün, sopa yapmışlar ve o sopalarla bir domuz öldürmüşler. Bu arada mühendis Cyrus Harding ateş yakmayı başarmış. Sonra o domuzu pişirip yemişler. O gün, bir dağa çıkmışlar. Oradan adanın her tarafına bakıp adaya bir ad vermişler. Adaya Lincoln adası adını vermişler. Sonra tekrar uyumuşlar.

Uyandıklarında daha fazla çalışmışlar ve bir merdiven yapmışlar. Onların evleri olmadığı için kendilerine bir ev yapmaya başlamışlar. Ev, dağın içindeymiş. Kendilerine odalar yapmışlar. Odalara yapraklar koymuşlar. Onların üstünde bir geceyi geçirmişler.  Birkaç gün sonra deniz kıyısında, bir sandık görmüşler. Sandığı eve taşıyıp açmışlar. İçinden çok güzel şeyler çıkmış. Tüfek, yiyecek, fotoğraf makinesi, vb. O eşyalar ile yataklarını geliştirmişler.

Birazcık ağaç kesip bir sandal yapmışlar. İki tane de kürek yapmışlar. Onlarla denize açılmışlar. Giderken bir şişe bulmuşlar. O şişenin içinden bir haber çıkmış. Yakınlardaki bir adada kalan bir adamı kurtarmaları istenmiş. Onu kurtarıp, adaya getirmişler. O adamın adı Ayrton'muş. 

Ayrton onlara o adaya nasıl geldiğini anlatmış. Ayrton'a bir kulübe yapmışlar, Ayrton, bir çiftliğe bakıyormuş. Çiftlikte inekler ve tavuklar varmış. Ayrton ile görüşemedikleri için aralarında bir telgraf hattı yapmışlar. Artık Ayrton'la birlikte uzaktan görüşebiliyorlarmış. Yarın adaya korsanlar gelmiş ama onlar korsanları yenmişler. Korsanlardan üç tanesi hala hayattaymış. Onları aramaya başlamışlar. Fakat korsanlar onlardan daha önce davranıp Herbert'ı vurmuşlar. Bir de Ayrton'u kaçırmışlar. 

Herbert'i alıp eve götürmüşler. Herbert hasta olduğu için, Herbert'a bir ilaç yapıyorlar ve Herbert'a içiriyorlar. Ama Herbert daha da hastalanıyor ve üçüncü krize giriyor. Bu arada mühendis aşağıya inip karşısındaki kutuyu görüyor ve üstündeki yazıyı okuyor. Kutunun üstünde "kinin" yazıyormuş.

Mühendis o kutuyu alıp eve götürmüş. Kinini Herbert'a içirmişler. Herbert birkaç gün sonra iyileşmiş ve Ayrton geri dönmüş. Ayrton nasıl kaçtığını onlara anlatmış. Top ve Jüp onu kurtarmışlar ve sahile gittiklerinde yerde ölü olarak duran üç korsanı görmüşler. Ama onları hiçbiri öldürmemişti. Acaba kim öldürmüş olabilirdi? Bunun cevabı birkaç gün sonra belli olmuş. Evlerinden çok uzak bir yerde kuyu bulmuşlar. Kuyunun içine girdiklerinde bir denizaltı görmüşler. Denizaltının içine girdiklerinde bir adam görmüşler. 

Mühendis, o kişinin kim olduğunu biliyormuş. O kişi, Kaptan Nemo'ymuş. Kaptan Nemo ile konuştuktan sonra, kuyudan yukarı çıkıp dağa bakmışlar, çünkü dağdan buharlar çıkıyormuş. Yani o dağ, patlamak üzere olan bir yanardağmış! Yanardağ patladığında, onlar karşıdaki bir kayalığa doğru yüzmüşler. Kayalık çok minikmiş ama, onlar sığabiliyormuş. Aç ve susuz oldukları için, konuşmakta zorlanıyorlarmış. 

Dördüncü günün sonunda hala aç ve suzuzlarmış. Ama bir gemi görmüşler. Hemen toparlanıp el sallamaya başlamışlar. Gemi onları görüp kurtarmış. Kaptanla konuşup eve dönmüşler. 








                                                                       SON


21 Şubat 2014 Cuma

Ay'a Yolculuk Kitap Özeti (Jules Vene)



Hikaye Florida, ABD, Uzayda ve denizde geçmektedir.

Hikayenin karakterleri : Bay Maston, Bay Tom, Bay Bilsby, Başkan Barbicane, Kaptan Nicholl, Binbaşı Elphinstone, Michael Ardan,

Bir gün silah kulübünde, Bay Tom, Bay Maston ve Bay Bilsby sohbet ediyorlarmış. Sohbet ederken bazı şeyler anlatıyorlarmış. Onlardan bir tanesi silah kulübüne bu aralar çok az kişinin geldiğiymiş. Başka bir sohbet konusu da aya gitmekmiş. Aya nasıl gideceklerini planlıyorlarmış ve buna bütün ülkeye duyurmuşlar. Sonra çalışmalara başlamışlar.

Bir mermi yapacaklarmış. İçine insanlar girecekmiş. Mermi 3,5 metre boyunda olacakmış. Namlu ise 300 metre olacakmış.

İlk önce Demir Dağı'na gidip oradan aşağıya doğru 300 metre kazmışlar. Sonra, merminin yapımına başlamışlar. Ama ilk önce Demir Dağı'ndan dümdüz bir alana doğru tren yolu yapmışlar. Bu yol mermiyi Demir Dağı'na taşıyan yolmuş. Demir Dağı'nın içine ateşlemek için biraz bomba koymuşlar. Ama bu bombalar namluyu ateşlemek için kullanılacakmış.

Aya gidecek kişiler, Bay Maston, Kaptan Nicholl ve Başkan Barbicane'miş. Onlarla birlikte bir de Bay Ardan yolculuğa katılacakmış. Sonra namlunun içine girmişler ve ateşleme yapılmış. Bir patlama yaşanmış. Florida'daki güzellikler simsiyah olmuş. Patlamadan sonra, yeryüzündeki insanlar, ay yolcularının durumunu merak etmişler ve onları görmek için dürbünle nerede olduklarına bakmışlar.

Bütün dünyaya da bir haber vermişler. Haber şöyleymiş:

"Mermi 5 Şubat'ta Ay'ın yanında geçmiştir."

Bunu bütün dünyaya yayınca, herkes ne zaman onların geri döneceklerini merak etmiş.13 Şubat'ta suda dolaşan bir geminin önüne bir mermi düşmüş. O mermi suya düşerken gemi kaptanı merminin içindekileri görmüş. Sonra onları kurtarmak için karaya giderek aletler almış. Onların bulunduğu yere geldiğinde, suyun altında aramış. Ama bulamamış. Birkaç gün sonra suyun altından bir şeyin yukarı doğru çıktığını görmüşler.

Gemidekilere yaklaşınca bunun bir mermi olduğunu görmüşler. Ay yolcularının geri döndüğünü yine bütün dünyaya duyurmuşlar. Ay yolcularını mermiden çıkarıp onları geri götürmüşler ve ne yaptıklarını arkadaşlarına anlatmışlar. Herkes birbirine anlatarak bütün dünya bu hikayeyi öğrenmişler.




                                                                         Son






3 Şubat 2014 Pazartesi

Dünyanın Merkezine Yolculuk Kitabının Özeti (Jules Verne)



Kitap evde yanardağda ve yanardağın içinde dünyada görünmeyen yerlerde geçmektedir. 

Romanda bulunan karakterler aşağıdaki gibidir. :

- Axel,
- Axel’ın amcası Profesör Liedenbrock,
- Hans ,
- Martha,
- Köylüler,
- Bay Fridrikssen

İlk önce, Axel’a amcası bir şifre vermişti. Amcası şifreyi çözmesini istiyor. Sonra Axel şifreyi çözüyor, şifrede şöyle yazmaktadır :

“Ey cesur yolcu! Sneffel Jokulu’nu bul. Temmuz ayından önce Haziran ayının sonlarında; Sneffell’in gölgesi, Scartaris kraterinin ağzına vurunca sana dünyanın merkezinin yolunu gösterecek. Kraterden kokmadan inişini sürdürürsen dünyanın merkezine ulaşacaksın. Arne Sanussemm yani ben bu yolculuğu başardım. “

Sonra Axel ve amcası yolculuk üzerinde tartışıyorlar. Sonunda dünyanın merkezine gitmeye karar veriyorlar. dünyanın merkezine yolculuk etmek için İzlanda’nın başkentine geliyorlar. Sonra Bay Fridrikssen’in evine gidiyorlar. Orada kitaplardan bilgi alarak yolculuğa hazırlanıyorlar. Bay Fridrikssen onlara yardımcı olsun diye yanlarında güçlü bir kişiyi görevlendiriyor.

Daha sonra, yürüyüp bir köye geliyorlar. Yükleri çok fazla olduğundan yollarının geri kalanına köyden aldıkları develerle devam ediyorlar; ama yükleri çok fazla olduğu için köylüler de onlara yardım ediyor. Sneffel dağına vardıklarında develer çıkamayacak kadar dik bir yokuş olduğu için develeri orada bırakıp yollarına devam ediyorlar. Sneffel dağının zirvesine geldiklerinde dağın zirvesinde geceyi geçiriyorlar. Uyandıklarında yağmur yağdığı için dağın içine girmiyorlar. İki gün daha geçtikten sonra, bulutlar açılmaya başlıyor. Profesör Liedenbrock kararını değiştirip 1 Temmuz tarihinde dağın içine giriyor.

Dağın içinde gezerken sularını tasarruflu kullanmadıkları için suları bitiyor. Axel’da susuzluktan yürüyemeyecek kadar yorgun düşüyor. Ve iki gün iki kez bayılıyor. Sonra gezerken yanlarındaki arkadaşı Hans su buluyor ve mataralarını suyla dolduruyorlar. Ama Axel gezerken önde gittiği için giderken amcasını ve Hans’ı bulamıyor. Yanında ışığı olduğu için onunla geziyor. Amcası ve Hans’ı arıyor. Gezerken lambası kırılıyor ve ışıksız kalıyor. Zifiri karanlıkta bir şey göremediği için gezerken başını çarpıp bir daha bayılıyor. Amcası ve Hans onu bulup başka bir mağaraya götürüyor.

Axel uyandığında nerede olduğunu soruyor. Buraya nasıl geldim? diyor. Hans onlara yemek hazırlıyor ve yiyorlar. Axel gücünü toplayarak amcasıyla o mağaradan çıkıp baktıklarında dünyadaki gibi deniz, bulut, mantar ağaçları ve kumsalı görüyorlar. Axel denize elini soktuğunda amcasına “Bu su ne olabilir?” diye soruyor. Sonra Axel şöyle diyor : “Şu ilerideki kemik olabilir mi?” Amcası bu bir mamutun kemikleri diyor. Sonra mantar ağaçlarından bir sal yapıyorlar ve denize açılıyorlar.

Denize açıldıklarında rüzgar çok fazla olduğundan çok hızlı ilerliyorlardı. Giderken büyük deniz canavarlarıyla karşılaştılar. Bazıları birbiri ile savaşıyor bazıları ise yavaş yavaş oradan uzaklaşıyorlardı. Giderken bütün canavarlar birbirlerine girdi bazıları öldü, bazıları da suyun altına batıp öldü. Ve yolumuz açıldı.

20 Ağustos’ta sıcaklık biraz artmıştı ama yolumuza devam ederken fırtına çıktı. Hans’ın varlığı ve ustalığı bizim için çok büyük bir şanstı. 24 Ağustos sabahında fırtına hâlâ devam ediyordu. Yelken direğine bir yıldırım düşünce direğin yarısı ve yelken bezinin tamamı yandı. Karaya vardığımızda yeni bir mağara gördük. Bir günümüzü orada geçirdik ama orada fark ettiğimiz ilk şey, denize açıldıktan sonra yaptığımız yolculuk yaptığımız zaman dönüp dolaşıp aynı adaya gelmişiz. Bunun nasıl olduğunu tartıştık.

Araştırırken bir insan kemiği bulduk ama bu insan kemiğinin kimin kemiği olduğunu bilmiyorduk. Sonra mağaranın içinde Arne Saknussemm yazısını bulduk. O yazının altında bir şey olduğunu düşündük ve çantamızdaki bombayla Arne Saknussemm yazısını patlattık. Patlatır patlatmaz da salımıza atladık. Patlattığımız kayanın diğer yanında büyük bir uçurum bulunuyor olmalıydı. Uçurumun önü açılmıştı. Deniz suyu bu uçuruma doğru akarak bizi de sürüklemesin mi? Geçide girdiğimizde koyu bir karanlıkla karşılaştık. Karanlık geçitlerde ilerlerken Hans üstün yeteneklerini burada da göstermiş ve kendini sala bağlamıştı. Su bizi yukarıya doğru çıkarıyordu ama ben arkama baktığımda arkamızdan bir şeyin geldiğini gördüm. O da lâvdı.

Sıcaklık gittikçe yükseliyordu ve çok terliyorduk. Sanırım hepimiz bayılmışız; çünkü uyandığımızda yanardağın üzerindeydik. Sanırım su bizi yukarıya atmıştı ve buraya düşmüştük. Ancak arkamızdan lâv geliyordu. Dikkatlice hızlı bir şekilde dağdan aşağıya inmeye başladık ve evimize ulaştık. Hans’ı da evine yolladık.



                                                               …Son…

Robin Hood Kitap Özeti (Howard Pyle)



Hikaye ormanda, köyde ve kalelerde geçiyor.

Hikayenin asıl kahramanları :

Robin Hood, Allan, Küçük John, Rahip Tuck, Vali, Magdalena, İsebella, Karl

Hikaye şöyle başlıyor; bir bebeği köydeki bir aileye veriyorlar. Sonra bebeğin adını Robin koyuyorlar. Robin'i eğitmeye başlıyorlar. Ok atma yeteneklerini ve savaşma yeteneğini geliştiriyorlar.

Bu arada, Vali Allan'ı yakalamak için plan yapıyordu. Robin Allan'ın kardeşini korumaya çalışıyordu. Vali bir gün onların evine saldırdı. Robin pencereden çıkıp bütün askerleri öldürdü; ama aralarından bir tanesi annesinin kardeşiydi. Onu alıp eve götürdüler. Ancak o evde öldü.

Birkaç gün sonra onun mezarını yaptılar. Robin ve Allan Magdalena'yı kaçırmak istiyorlardı çünkü Allan Magdalena'ya aşıktı. Plan yapıp onu kaçırdılar. Kaçırdıktan sonra evlerine döndüler. Vali, Robin'den intikamını almak istiyordu. Tekrar onun evine askerlerini gönderip savaşmak istedi. Sonra yine yenildiler ve geri çekildiler.

Robin, Allan ile birlikte "Şen Gençler" takımını kurdu. Bu takım kötülerle savaşıp, onlardaki parayı yoksullara veren bir gruptu. Bu takım gittikçe büyüdü. Vali askerlerinin öldüğünü görünce destek almak için başka ülkelere doğru gitmeye başladı. Bunu öğrenen Şen Gençler, yolu öğrenip yolda onlara tuzak kurdu. Plan da tam istedikleri gibi çalıştı.

Kervana altınları yükleyerek giden Vali, giderken kervanın altınları taşıyamayacak kadar kötü olduğunu gördü ve yakındaki başka bir köyden başka bir kervan almaya gitti. Bu arada, askerlerini uzaklara yollayıp yemek bulmalarını istedi. Giderken yolda bir ev gördüler. Kapıdan içeri girip dolaptaki içecekleri aldılar ve geri döndüler.

İçecekleri içtikten sonra birazcık uyudular çünkü bu Robin'in planıydı. Robin ve arkadaşları kervanı alıp köye götürdüler. Altınları yarıya bölüp yoksullara verdiler. Robin, kafasındaki şapkasından dolayı adını artık Robin Hood yaptı.

Vali, başka bir plan yapıp ok yarışması düzenledi. Şen Gençler de yine bir plan yaptılar. Ok yarışmasına Robin Hood katılıp yarışmayı kazanacaktı. Sonra da grubu Vali'ye saldıracaktı. Herşey planlandığı gibi oldu. Vali, yine çok kızdı. Şimdi sıra Robin Hood'un aşık olduğu kızı kaçırmaya geldi. Kızın adı İsabellaydı.

Yine bir plan hazırladılar. Bu seferki plan şöyleydi; kılık değiştirip kaleye gireceklerdi ve İsabella'yı kaçıracaklardı. Kaçırdılar ve onu da eve götürdüler. Bu arada, yaptıkları bütün planlar kurdukları gibi oluyordu.

Artık Kral geri dönmüştü. O da Robin Hood'un kim olduğunu merak ediyordu. Askerlerini görevlendirip Robin Hood'u yanına getirmelerini istedi. Askerleri Robin Hood'u Kral'a getirdiler. Robin Hood Kral'la konuşmaya başladı ve Kral Robin Hood'u Dük yaptı.

Artık Vali Şen Gençler'e saldırmıyordu ve Sherwood Ormanı'nda düzen sağlanmıştı.


                                                                  .... Son ....